Oosit Olgunlaşması
Overdifferensiyasyonu tamamlandığında femalegerminal hücreleri oogonia ismini alırlar . Bu hücreler mayoz başlangıcına dek mitotikbölünme sonrası çoğalma yaşarlar. Mitoz bölünmeler sonrası oogonia sayısında çok büyük bir artışla yarım milyon civarı germ hücresi ile mayoz bölünme öncesi oosit reservi tamamlanır. Oogoniumun son mitotikbölünümü sonrası hücre interfaza girer, Mayız I in hazırlığı ile DNA replikasyonu başlar. İnsan overlerinde bu dönüşü süreci gestesyonun 3. Yada 4. Ayında başlar; doğum süreciyle tüm germ hücreleri artık oosittir ve mayotik süreç durdurulmuştur (1. Mayotikarrest).
Oosit maturasyonu, oosit kalitesini belirleyen ve birbiriyle senkronize gelişim gösteren , nüklear ve sitoplazmikmaturasyon olarak iki farklı süreç tarafından belirlenir.Nüklearmaturasyon oositin 1. Mayoz bölünmeyi tamamlayarak metafazII evresine girmesi ve 1. Kutup cisimciğinin (Polar Body, PB) profüze olması ile gerçekleşir. Bu evrede, siklin B ve p34cdc etkin rol oynayan moleküllerdir ve bu moleküllerin aktivasyonu ile hücre G2 fazından M fazına geçer. Siklin B ve p34cdc birlikte oosit maturasyonundan sorumlu faktörü (MaturationPromotingFactor ,MPF) aktive ederek germinal vezikülün dağılmasını (GerminalVesicleBreakdown, ,GVBD) ve metafaz I kromozomlarının kondensasyonunu sağlar.MPF miktarının azalması, oositin anafaz I evresine geçişini sağlarken ikinci yükselişi metafaz II fazına geçişine neden olur.Bu nedenle yardımcı üreme tekniklerinde elde edilen oositler intrasitoplazmik sperm enjeksiyonu (IntraCytoplasmic Sperm Injection , ICSI) öncesinde nüklearmaturasyonun farklı evrelerinde gözlenebilirler.
RESİM1: PROFAZ I DÖNEM OOSİT
RESİM 2: METAFAZ I DÖNEM OOSİT
RESİM3: METAFAZ II DÖNEM OOSİT
Bununla birlikte oositlerin nüklearmaturasyonlarını tamamlamaları fertilizasyon, oosit aktivasyonu ve erken embriyoner gelişim için yeterli özellikleri kazandığı anlamına gelmez, bu durum ancak oosit sitoplazmasının maturasyonunun tamamlanması sonrasında gerçekleşir.
Oositlerin nüklearmaturasyonlarının izlenmesi sırasında ışık mikroskobu düzeyinde bazı anormal morfolojik oluşumlarla karşılaşılabilinir ve bu anomaliler ‘’oosit dismorfizmi’’ olarak adlandırılır.Oositdismorfizmi MII oositlerin büyük bir bölümünde gözlenir ve genel olarak kontrollü ovaryanstimilasyon programlarının tetiklediği mikroçevre etkisiyle olduğun kabul edilir .
Oosit dismorfizmfenotipininmayotikmatüryonun farklı evrelerinde geliştiği ve bu gelişim evrelerine göre fertilizasyonunun gerçekleşmemesiyle sonuçlanabileceği yada yüksek aneuploidi oranları veya gelişim anomalisi /yavaşlamalarına neden olabileceği gösterilmiştir.
Embriyo kalitesiyle oosit morfolojik karekteristikleri arasındaki ilişki bir çok araştırmaya konu olmuş ve farklı sonuçlar alınmıştır. Bu farklılığın ; değişik anomalilerin incelenmesi kadar infertil-fertil bireylerin oositleri arasındaki farklılıklardan da kaynaklanabileceği belirtilmektedir.
Oosit morfolojisi değerlendirme gerek laboratuar içinde, gerekse laboratuvarlar arasında, belirli standartları da olsa kişiden kişiye değişebilme olasılığının yüksek oluşu nedeni ile çok dikkatli uygulanması gereken bir işlemdir. Günümüzdeki yaygın kanı, IVF veya ICSI işlemi için kullanılan spermden çok, işlem uygulanan oositin morfolojisinin önem taşıyor olmasıdır.
Olgun bir oosit yuvarlak (yaklaşık 100mm büyüklüğünde), açık renkli parlak ve homojen granülasyon gösteren sitoplazmaya ve düzgün yüzeyli bir oolemmaya sahip olmalıdır. Zona pellusidası; yaklaşık 14-15 mm kalınlığında, kesintisiz, oosite bakan yüzü daha homojen ve tüm oosit yüzeyinde eşit kalınlıktadır. Perivitellin aralık ise döküntü içermeyen, düzgün ve I. Kutup cisimciğinin bulunduğu bölgede hafif genişlemiş diğer bölgelerde aynı genişlikte olmalıdır.
Değişik gruplar bugüne kadar yaptıkları çalışmalarda oosit morfolojisinin döllenme, embriyo gelişimi ve gebelik üzerine olası etkilerini araştırmışlardır. Bazı araştırmalar oosit morfolojisinin fertilizasyon ve klivaj oranları üzerine bir etkisi olmadığı sonucuna varırken, bazıları granüler oositler ve sitoplazmik anormallikler (düz endoplazmikretikulum, refraktil cisimcikler ve vakuoller) içeren oositler kullanıldığında implantasyon ve gebelik oranlarında azalmaya sebep olduğunu göstermiştir. Oluşum nedenleri ile oositin maturasyonu veya oluşturacağı embriyonun ileri gelişimi üzerine etkisi tam olarak anlaşılmamasına rağmen konvansiyonel IVF programlarında refraktil cisimcik içeren oositlerde fertilizasyonda kötü prognoz gözlenmiştir. Hem matür hem de immatür oositler refraktil cisimcik içerebilirler ve hastadan bir sonraki siklusunda da refraktil cisimcik içeren oosit elde edilme olasılığı yüksektir. Gelişim potansiyeli açısından uygun olmayan vedismorfik bir oositten elde edilen embriyonun gelişimin ileriki aşamalarında hem vivo hem de in vitro ortamda gelişimini durdurma şansı yüksektir. Van Blerkom ve arkadaşlarının da yaptıkları bir araştırmalarında gösterdikleri gibi ciddi sitoplazmik organizasyon bozukluğu içeren M II safhasındaki oositler normal gruptakilere göre daha düşük bir hücre içi pH ve ATP içermektedir ve bununla beraber aynı grupta anöploidi ve kromozomal dağılım oranları da yüksektir.
Hormonlar arasında da östrojen ve progesteron değerleri sitoplazmik ve nükleer maturasyon için çok önemlidir. Ayrıca foliküllerin uyarılmasında kullanılan gonadotropin preparatları da dikkat edilmesi gereken diğer bir hormonal parametreyi oluştururlar. Yapılan araştırmalar hipofiz desensitizasyonu sonrası kullanılan saf FSH preparatlarının elde edilen oositlerdeki morfolojik ve nükleer anomali oranını arttırdığını göstermiştir.